Sinemanın Topluma Etkileri

Sinemanın topluma olan etkileri; toplumsal cinsiyet, ırk, etnik köken, engellilik, cinsel yönelim ve diğer kimlikler açısından incelenmektedir. Sinema topluma olan etkilerinin yanı sıra toplumsal değişim ve dönüşümün de önemli aktörlerinden biri olarak görülür. Bu doğrultuda sinemanın topluma olan etkileri ve bu etkilerin toplumsal değişime nasıl bir rol oynadığı üzerine düşünmek ve analizler yapmak önemlidir.

Sinema, toplumsal olaylara ve olgulara doğrudan tanıklık edebilme imkanı sunan bir sanat dalıdır. Bu yönüyle sinema, dönemin ruhunu yansıtan bir aynayı andırır. İnsanlar, kendi dönemlerinde sinemada gösterilen filmler aracılığıyla o dönemin toplumsal sorunlarına, insan hikayelerine ve ruh halleriye doğrudan tanık olur. Bu durum sinemanın bir yandan topluma olan etkilerini artırırken diğer yandan toplumsal değişim ve dönüşümde önemli bir rol oynamasını sağlar.

Örneğin, bir dönemde sinema filmlerinin büyük çoğunluğunda kadınlar sadece ev hanımı olarak gösteriliyorsa, bu durum o dönemde kadınların toplumsal hayattaki rolüne dair algıyı güçlendirici bir etki yaratır. Aynı şekilde, kadınların iş hayatında aktif olarak yer aldığı, eşit maaş aldığı ve eşit haklara sahip olduğu bir dönemde ise bu kez sinema, kadınların iş hayatındaki yerini ve eşit haklarını güçlendirici bir rol oynar. Bu örnekler, sinemanın topluma olan etkilerinin hem yansıtıcı hem de şekillendirici bir nitelik taşıdığını gösterir.

Sinemanın topluma olan etkilerinden bahsederken bu etkinin süreklilik arz eden bir döngüsel süreç içinde gerçekleştiğini de belirtmek gerekir. Bu döngü içinde sinema toplumsal algıları ve düşünceleri yansıtır, bu algı ve düşüncelerin toplumda güç kazanmasını sağlar ve daha sonra bu algı ve düşüncelerin toplumda artık yerleşik birer norm haline gelmesini sağlar. Bu normların sinemada artık yansıtılmaması durumunda ise toplumsal değişimin duraksadığı veya gerilediği söylenebilir.

Toplumsal Cinsiyet Algısı

Kadın ve erkek rollerine ilişkin algılar tarihsel olarak değişim göstermiştir. Sanatın diğer alanlarında olduğu gibi sinemada da bu rollerin her biri farklı biçimlerde temsil edilmiştir. Örneğin, sinemanın erken dönemlerinde kadınlar genellikle pasif, cinsel objeler olarak temsil edilirken erkekler dominant, güçlü ve aktif karakterler olarak ön plana çıkmıştır.

Zamanla birlikte kadın ve erkek rolleri sinemada daha eşitlikçi bir şekilde temsil edilmeye başlasa da günümüzde hala kadın karakterlere ilişkin bazı stereotipik temsiller devam etmektedir. Örneğin, halen birçok sinema filminde kadın karakterler erkek karakterlere göre daha az güçlü olarak tasvir edilmektedir. Bu durum erkek egemen sinema dilinin hala dominant olduğunu gösterir.

Öte yandan günümüzde bazı yönetmenler ve senaristler, kadın karakterlerin güçlü bireyler olarak tasvir edilmesine ve erkeklerle eşit olarak gösterilmesine özen göstermektedir. Bu durum, sinemanın toplumsal cinsiyet algısındaki değişime önemli bir katkı sunmuştur. Ancak bu değişimin hala yeterli seviyeye ulaşmadığını söylemek mümkündür.

Toplumsal Algılar ve Stereotipler

Stereotipler, toplumda belirli bir grup veya birey hakkında oluşturulan basitleştirilmiş ve genelleştirilmiş düşüncelerdir. Stereotipler; ırk, etnik köken, engellilik, cinsiyet ve diğer kimlikler açısından oluşabilir. Sinema, bu stereotipleri güçlendirebildiği gibi, onları yıkarak daha gerçekçi temsiller sunma imkanı da taşır.

Örneğin, belirli bir etnik grup veya ırk hakkında olumsuz bir stereotip mevcutsa ve bu grup sinema filmlerinde sürekli olarak bu olumsuz özelliklerle temsil ediliyorsa, bu durum o grup hakkında toplumda var olan olumsuz algının güçlenmesine neden olur. İzleyiciler, kendilerini o grup ile özdeşleştiren bireylerin de aynı olumsuz niteliklere sahip olduğu algısını oluşturur ve bu grup hakkında daha önce var olan olumsuz düşüncelerin pekişmesine yol açar.

Diğer taraftan, sinema filmlerinde pozitif özelliklere sahip güçlü karakterler olarak tasvir edilen gruplar ise toplumda o gruba yönelik olumlu algıların oluşmasına ve var olan olumlu düşüncelerin pekişmesine yardımcı olur. Bu durum özellikle uzun yıllar boyunca olumsuz stereotiplere maruz kalan gruplar için sinemanın sağladığı en önemli avantajlardan biridir.

Kültürel Temsillerin Sinemaya Etkisi

Kültürel temsiller, belirli bir kültür veya alt kültürün sinema filmlerinde nasıl gösterildiğini ifade eder. Bu temsiller, o kültürün kendine özgü değerlerini, inançlarını, normlarını ve pratiklerini yansıtabilir. Sinema endüstrisinin çoğunluğu olan Batı merkezli üretimler ise çoğu zaman kendi kültürel temsillerine odaklanarak diğer kültürleri kendi bakış açılarıyla yorumlar.

Sinema filmlerindeki kültürel temsiller, izleyicilerin farklı kültürler hakkında bilgi edinmelerine yardımcı olabilir. Ancak bu temsiller aynı zamanda kültürel yanlış anlamaların ve önyargıların da yayılmasına neden olabilir. Örneğin, bir kültür hakkında olumsuz bir temsille karşılaşan izleyiciler, o kültüre dair ön yargılı ve olumsuz bir bakış açısına sahip olabilirler. Bu durum ayrıca o kültürün değerlerinin ve normlarının doğru anlaşılmasına da engel olur.

Sinema aynı zamanda kültürel temsilleri güçlendirerek veya zayıflatarak toplumların kendi kültürel algılarında da değişim yaratabilir. Örneğin, uzun yıllar boyunca belirli bir kültürün sinema filmlerinde olumsuz özelliklerle temsil edilmesi, o kültüre dair toplumda var olan olumsuz algıların pekişmesine yol açabilir. Bu durum ayrıca o kültürün kendi içinde de o kültüre yönelik eleştirilerin ve itirazların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Toplumsal Cinsiyet Rolleri

Toplumsal cinsiyet rolleri; erkeklerin ve kadınların toplumdaki rollerine ilişkin beklentileri ve normları içerir. Bu normlar tarihsel olarak değişim göstermiştir ancak bazı alanlarda hala mevcut olan sınırlamalar biçiminde karşımıza çıkmaktadır.

Sinemada toplumsal cinsiyet rollerinin zaman içindeki evrimi, bu rollerin her birinin nasıl değiştiğini ve geliştiğini gösterir. Örneğin, sinemanın erken dönemlerinde kadınlar genellikle pasif bir şekilde temsil edilirken erkekler dominant rol üstlenmiştir. Zamanla birlikte daha eşitlikçi temsiller ortaya çıkmasına rağmen, günümüzde hala bazı olumsuz stereotipler devam etmektedir.

Sinemanın her iki cinsiyete yüklediği roller zamanla değişim göstermiştir. Örneğin, kadınların sadece ev hanımı olarak gösterildiği ve erkeklerin dominant rol üstlendiği dönem günümüzde geride kalmış görünmektedir. Artık birçok sinema filmi, kadınları güçlü bireyler olarak tasvir etmekte ve erkeklerle eşit şekilde temsil etmektedir.

Ancak bu olumlu gelişmelere rağmen, hala bazı olumsuz stereotipler mevcut: Örneğin; kadın karakterlerin genellikle ilişki içinde tanıtılması (evli veya nişanlı) veya kadınların başarılı olmasının arkasında her zaman bir erkeğin desteğinin gösterilmesi gibi.

Engellilik Temsili

Engellilik temsili, engelli bireylerin sinema filmlerinde nasıl gösterildiğini ve hangi özelliklerle ön plana çıktığını ifade eder. Engellilikle ilgili üç ana yaklaşım vardır: yardım gereksinimi, tinselizm (engelli bireylerin cinsel açıdan tinsel objeler olarak görülmesi) ve engelli bireylerin başarı hikayeleri.

Yardım gereksinimi yaklaşımında engelli bireylerin mutlaka yardıma ihtiyaç duyan kişiler olarak gösterilmesi ve bu durumun izleyiciler üzerinde yarattığı duygusal etki vurgulanır. Tinselizm yaklaşımında ise engelli bireyler genellikle cinsel açıdan tinsel objeler olarak temsil edilir ve bu durum onların diğer özelliklerinin gölgede kalmasına neden olur.

Engelli bireylerin başarı hikayeleri ise daha pozitif bir yaklaşım olarak görülür. Bu yaklaşımda engelli bireyler, sahip oldukları engelliliğe rağmen olağanüstü başarılar elde eden bireyler olarak gösterilir. Ancak bu yaklaşımın da bazı sınırlamaları vardır: örneğin; başarı hikayeleri genellikle tek boyutlu ve basitleştirilmiş öykülerdir.

Cinsel Yönelim ve Sinema

Cinsel yönelim; bireylerin hangi cinse duyduğu romantik veya cinsel çekimdir. Sinema dünyasında cinsel yönelime ilişkin üç ana yaklaşım bulunmaktadır: heteronormatif yaklaşım, queer (eşcinsel) bakış açısı ve transgender (cinsiyet kimliği) temsili.

Heteronormatif yaklaşım, cinsel yönelimle ilgili en yaygın görülen yaklaşımdır. Bu yaklaşımda sinema filmleri genellikle heterosexual (karşı cins) ilişkileri normal ve doğal olarak gösterir. Heteronormatif temsiller zamanla birlikte kendiliğinden gelişen ve güçlenen normlar haline gelmiştir.

Queer bakış açısı ise heterosexual normlara eleştirel bir perspektiften yaklaşır. Queer kavramı geniş bir yelpazeye sahiptir: hem cinsel yönelimdeki farklılıklara (eşcinsellik, biseksüellik vb.) hem de geleneksel cinsiyet kimliklerinin dışavurumuna (toplumsal cinsiyet) odaklanır. Queer bakış açısının en önemli katkılarından biri, engin bir yelpazeye yayılan kimlikleri ve yönelimleri tanımasıdır.

Transgender temsili ise cinsiyet kimliği ile biyolojik cinsiyet arasındaki uyumsuzluğa odaklanır. Biyolojik cinsiyet genellikle doğumda belirlenen cinsiyet olup; cinsiyet kimliği kişinin kendini nasıl hissettiğidir. Transgender yaklaşımı bu ikilemi sorgular ve kişilerin kendi cinsiyet kimliklerini özgürce ifade edebilmelerinin önemini vurgular.

Şiddet ve Sinema

Şiddet, insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri var olan bir olgudur. Şiddet; savaşlar, cinayetler, tecavüzler gibi kolektif veya bireysel eylemler biçiminde ortaya çıkabilir. Sinema dünyasında da şiddet farklı biçimlerde temsil edilir: savaş sahneleri, dövüş sahneleri veya silah kullanımı gibi.

Sinemada şiddetin temsili üzerine yapılan çalışmalarda iki ana eğilim öne çıkar: şiddetin glorifikasyonu (yüceltme) ve şiddetin eleştirel temsili. Şiddetin glorifikasyonunda izleyiciye şiddetin yıkıcılığı yerine onun çekiciliği sunulur. Örneğin; savaş sahneleri genellikle kahramanlıklarla dolu gösterilir ve izleyiciler savaşın yıkıcı etkilerinden çok kahramanlık türünden değerlerle motive edilir.

Şiddetin eleştirel temsilinde ise sinema filmmakers şiddeti sadece fiziksel yaralanma veya ölüm değil; aynı zamanda insan onurunun ihlali olarak görür. Bu yaklaşımda şiddet; güçsüzün güçlüye karşı koyuşu, egemenin halk üzerindeki baskısı veya kapitalizmin yarattığı şiddet gibi toplumsal sorunların bir yansımasıdır. Örneğin; “A Clockwork Orange” adlı filmde şiddet tutkusu gençlerdeki boşluğu eleştirmek amacıyla kullanılmıştır.

Toplumsal Değişime Etki

Sinema filmleri aracılığıyla toplumlar çok sayıda insan hikayesine tanık olur. Bu sayede izleyiciler; farklı yaşam koşulları, hayaller, mücadeleler ve başarılar hakkında bilgi edinir. Sinemanın sunduğu bu imkanlar toplumda farkındalık yaratmanın yanı sıra toplumsal değişime de doğrudan katkı sunabilir.

Sinema filmleri aracılığıyla toplumlar çok sayıda insan hikayesine tanık olur: bu sayede izleyiciler farklı yaşam koşulları, hayaller, mücadeleler ve başarılar hakkında bilgi edinir. İnsanların ortak duygularını ve deneyimlerini paylaşarak toplumda farkındalık yaratmanın yanı sıra toplumsal değişime de doğrudan katkı sunar.

Sinema aynı zamanda izleyicilerin kendi hayatlarına ilişkin sorgulamalar yapmasını da sağlar. Örneğin; “The Pursuit of Happyness” adlı filmde izleyiciler; hırsla çalışmanın mümkün kıldığı Amerikan rüyasını deneyimlerken aynı zamanda babalık kavramı üzerine da düşünür. Bu sayede izleyiciler kendi hayatlarına ilişkin sorgulamalar yaparak toplumsal değişime katkı sunar.

Empati Oluşturma

Empati kelimesi köken olarak Yunanca “empatheia” kelimesinden türemiştir: “empatheia” kelimesi “duygusal tutku” anlamına gelmektedir. Bugünkü anlamına 20. yüzyılın başlarında Almanya’da “Einfühlung” (duygusal anlayış) terimi aracılığıyla ulaşan empati kavramı o zamandan beri sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi çok sayıda disiplinde kullanılmaya başlamıştır.

Empati kavramının sosyolojik açıdan önemi 20.yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkmıştır: bu dönemde sosyologlar empatinin toplumsal bağları güçlendirmedeki rolünü vurgulamaya başlamıştır. Empati yalnızca başkalarının duygularını anlamak değil; aynı zamanda onlarla duygusal olarak özdeşleşmeyi de içerir.

Empatiyi geliştiren en önemli araçlardan biri sanattır: insanlar farklı sanat eserlerini deneyimleyerek çeşitli duyguları tanıma fırsatı bulur. Sinema ise sanat disiplinleri arasında en fazla duyguyu hızlı bir şekilde deneyimlemeyi sağlayan alandır: izleyiciler birkaç saat içinde farklı karakterlerin farklı duygularını deneyimleyerek empati kurma fırsatı bulur.

Çeşitli araştırmalar sinemanın empatiyi artırıcı etkisini destekler niteliktedir: düzenli olarak film izleyen kişilerin başkalarının duygularını daha iyi anladınıve empati kurma yeteneğinin arttığını gösterir. Sinemanın empatiyi artırıcı etkisi özellikle çocuklar ve gençler üzerinde güçlü olur: küçük yaşta sinema deneyimi yaşayan çocuklar farklı karakterlerle özdeşleşerek empatinin yanı sıra başkalarının duygularını anlamaya da alışır.

Eğitimde Kullanımı

Eğitim alanında geleneksel yöntemler genellikle öğretmenin bilgi aktarımıyla tek yönlü bir süreci içerir: Öğretmen anlatır; öğrenciler dinler ve akılda tutmaya çalışır. Ancak günümüzde eğitim alanında çok sayıda interaktif yöntem kullanılmaya başlanmıştır: bu yöntemlerden biri de görsel-işitsel materyallerin kullanımıdır.

Tarihsel olarak tiyatro eğitim alanında kullanılan ilk görsel-işitsel materyal olarak kabul edilir: tiyatro etkinlikleri eğitim kurumlarında zamansızca uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra fotografi eğitime dahil olmuş; sinema ise eğitim alanında kullanılan görsel-işitsel materyaller arasında en sonuncusu olmuştur.

Sinema eğitime birçok alanda katkı sunma potansiyeline sahip: bunlardan bazıları dil eğitimi, tarih eğitimi ve psikoloji eğitimidir.

Dil Eğitimi

Dil eğitimi alanında kitaplar dilin yapısını ve kurallarını anlatırken yeterli olmamaktadır: özellikle yabancı dili öğrenmede öğrencilerin kelimeleri işitmeleri ve telaffuz etmeleri önemlidir.

Sinema; öğrencilerin yabancı dili öğrenirken kelimeleri doğru telaffuz etmelerini işitmelerini sağlayarak dil eğitimindeki en önemli materyallerden biri haline gelir.

Tarih Eğitimi

Tarih eğitimi genellikle tarih kitaplarının okunmasıyla gerçekleşir: öğrenciler tarih kitaplarında yazılanları akılda tutmaya çalışır. Ancak tarih kitapları çoğu zaman görsel-işitsel ögelerden yoksundur.

Sinema filmleri aracılığıyla tarihin önemli olaylarına tanık olmak mümkündür: öğrenciler tarih filmlerini izleyerek aynı zamanda tarih olaylarının görsel temsillerini de görmüş olur. Bu sayede tarih olaylarını daha iyi anlamak ve akılda tutmak mümkün hale gelir.

Psikoloji Eğitimi

Psikoloji eğitimi alanında derslerde teorik bilgilerin aktarılmasıyla eğitim gerçekleşir: öğrenciler derslerde anlatılan teorileri akılda tutmaya çalışır. Ancak psikoloji eğitimi sadece teorik bilgilerin aktarılmasıyla gerçekleşmez.

Öğrencilerin psikoloji konularıyla ilgili farklı vakalarla yüzleşmesi psikoloji eğitiminin en önemli parçalarından biridir: öğrencilerin psikoloji alanındaki vakaları görmesi ve psychosexual development theory gibi teorileri gerçek hayat örnekleri üzerinden deneyimlemesi eğitimin daha etkili olmasını sağlar.

Scroll to Top